27 Şubat 2013 Çarşamba

Teslim Oluyorum!


Teslim olmak en iyi mücadele biçimidir. 
Hatta şunu da söyleyebilirim ki en etkili kazanma stratejisidir.

-Saçmalıyor muyum? 
-Belki. 
-Ama mantıklı gereçeklerim var. 
-Mantık mı?

Mesela teslim olduğunuzda iki şey olur;
Artık korkunuzla yüzleşir ve olabilecek en kötü şeyi göğüslersiniz. 
Kaçtığınız şey, artık sizin peşinizde değildir ve siz onun bir adım önündesinizdir. 
Aslında kabullenerek, muhtemel bir savaşı engellemiş ve çıkacak çatışmadaki zararlardan kar etmişsinizdir. 
Sizinle çatışmayı bekleyen yüzlerce sebebe de ağzının payını vermişsinizdir...

Mücadele etmek ise muhtemel sonucu öteleyip insanı huzursuz etmekten başka bi işe yaramaz... 
Mücadele ettikçe kaybedersiniz aslında, çünkü madden bir şeyleri kazansanız bile manen kaybettiklerinizi amorti etmeyecektir. 
Yıpranmışlıklarınız ve sinir bozukluklarınız fatura eksternizden silinmeyecek, en önemlisi de kazandım dediğiniz şeyin aslında bir yalandan ibaret kaldığını asla öğrenemeyeceksinizdir. 
Çünkü siz mücadele ettiklerinizin aynasında bir yansımasınızdır artık. Siz ve onlar... Onlar sizin aynanız siz onların aynası.



Ama teslim oldukça su akacak ve sizi bir şekilde varmak istediğiniz yere ulaştıracak. 
Üstelik yolda ne ezik çiçekler bırakarak ne de suyun yatağını dağıtarak. 
Kazanacaksınız, çünkü zaman sabredenleri hep galip ilan eder. 
Kazanacaksınız çünkü kabullenmek dünyadaki en büyük mutluluktur...

-Mantıklı mı?

24 Şubat 2013 Pazar

Sinema nedir, necidir?



Şu yaşıma kadar gördüğüm en acınası, en saçma ve en budalaca çaba, soyut kavramları anlamlandırma çabasıdır. Soyut kavramlar üzerine "Nedir?" kelimesiyle biten sorular sorulur ve somutlama acziyetinin çırpınışlarıyla cevaplar verilir... Her cevap, bahsedilen kavramın sadece bir tarafını anlatır ve biz onu sadece bir kaç kelime içine sıkıştırılmış, sonu noktayla biten bir cümleye hapsetmiş oluruz.

Lise yıllarınızı, ya da üniversiteyi hatırlayın... Girdiğiniz derste tahtaya yazılan ilk soru; -genellikle- dersinizin adının ne olduğunu sorgulamak üzerinedir. Felsefe Nedir? Edebiyat Nedir? Tarih nedir? Coğrafya nedir?


Eğer Sinema yahut sanatla ilgili bir bölüm okuduysanız, bu problem katlanarak büyümüştür ve karşınıza şu saçma sapan soruları çıkarmıştır; Sinema nedir? Sanat nedir? Senaryo nedir? Resim nedir? bla bla...

Herkes de kendine göre yorumlamaya çalışır. Sinema şudur. Sanat budur gibisinden... Sınavda ise hocanın cevabını vermek zorundasınızdır.
Hocanın; "sanatı-sinemayı vb- bundan daha iyi bir cümle ifade edemez!" dediği bir cümle vardır. Sınavdaki sorunun cevabı da odur genellikle. Cümleyi kalıp içinde düzgün bir biçimde yazarsınız ve bir şekilde okulu bitirirsiniz. Ama bu sorular sizin peşinizi hiç bırakmaz. Beyninizin bir tarafında somutlama mücadelesi devam eder. Yeni anlamlar yüklemeye çalışır ve ağız dolusu savunursunuz orda burda. "Daha çok bağıran daha çok haklıdır" kaidesince birilerine kabul ettirseniz de verdiğiniz bu mücadele Mevlana'nın hikayesindeki "Fili tariflemeye çalışan adamların" düştükleri komik durumdan farksızdır.


Hayatında hiç fil görmemiş bir grup adam, karanlık ve dar bir odada tutulan filin yanına sokulur hani. El yordamıyla tecrübe edip çıktıklarında da fili anlatmaları istenir. Filin kulağından tutan adam kuşa benzetir, bacağından tutan "sütun gibi bir şeydi belki de zürafaya benziyordu" der. Kuyruğunu tutan adam "yok yok fil yılan gibi bir şey ne alakası var" diye itiraz eder. Hortumunu tutan hortuma benzetir...

Sanatı ya da sinemayı anlamlandırma mücadelemiz de bundan öteye geçmeyecek. Herkes ne tarafından tuttuysa o tarafını tarif edecek.

En güzeli, bunları hislerimizin enginliklerine bırakmak. Madem insanın içi hudutsuz, bırakalım sanat da sinema da hudutsuz kalsın.




1 Şubat 2013 Cuma

Zamanın çocuğu olmak... Ya da olmamak... İşte bütün mesele böyle bir şeydi...

Bizler zamanımızın çocuklarıyız, istesek de istemesek de aşamayacağımız koca bir duvar var önümüzde ve her defasında ona toslamaya mahkumuz. Çünkü çok önemli bir şey o duvara toslamak. Öyle böyle değil. Etlerin yapışıp kemiklerin yerinden çıkana kadar çarpmak, ya da çarpmamak, işte bütün mesele bunun gibi bir şeydi....beynim yerinden çıkmış olmasaydı daha güzel tarifleyebilirdim. Neyse...

Beynimden arta kalan bir kaç parçayla şunu söyleyebilirim ama; cahillerin büyük büyük puntolarla konuşup açıklarını kapattığı, azcıkiştenanlayangiller sınıfının söylediği üç beş sözün de rabarbaya kurban gittiği bir çağda yaşıyoruz. Bir geçiş döneminde miyiz yoksa hep böyle olageldi de biz mi bu kadar abartıyoruz bilemedim. Aklıma Woody Allen'ın "Peris'te Bir Gece Yarısı"sı geldi. Zavallı genç yazar da böyle düşünüyordu. Zamanının çocuğu olmaktan sıkılıp Hemingway'lerin yaşadığı çağa öykünüyordu. Ne zaman ki, büyük puntolarla konuşan o can sıkıcı adamdan kaçıp, Paris'in sokaklarına atar kendini, işte tam da o anda Hemingway'lerin, Luis Bunuel'lerin dünyasına giriverir farkında olmadan. İşte tam da hayal ettiği, olmak istediği çağdadır. Fakat orada da durum çok farklı değildir. Onlar da içinde bulundukları zamandan pek memnun değillerdir.

Kalan son parçacıklarımla şunu diyebilirim ki; belki de Woody Allen haklıdır, zamanın çocuğu hep şikayetçidir. Bizim gibi, sizin gibi yahut işte birşeyyapmakisteyengiller sınıfında kimler varsa -parmak kaldırsın- onlar gibi. 
-şaka yaptım parmak kaldırmayın- En azından boşuna kaldırmış olmayın. Haa söyleyecek çok önemli bir şeyiniz varsa kaldırın tabi. Ama kimse size söz hakkı vermeyecek, unutun. İnat edip konuşsanız da kimsenin umurunda olmayacaksınız, çünkü duvarlar beyinleri altüst etmiş. Kimse bilmiyor, kimse anlamıyor, kafalar karışık, hep bir soru işareti; "acaba kim bilen doğrusunu?" (İ.Özel)"

En iyisi ben de susayım, satırlarıma İsmet Özel'in nihavend makamında söyle-me-diği şu eserle son vereyim;

"acaba kim bilen doğrusunu? Hatta ben
kıyı bucak kaçıran ben ruhunu
sanki ne anlıyorum?
Ola ki
Şeytana satacak kadar bile bende ondan yok.
Telaş içinde kendime bir devlet sırrı beğeniyorum
çünkü bu, ruhum olmasa da saklanacak bir şeydir
devlet sırrıyla birlikte insanın
sinematografik bir hayatı olabilir
o kibar çevrelerden gizli batakhanelere
yolculuklar, lokantalar, kır gezmeleri
ve sonunda estetik bir
idam belki!
Evet, evet ruhu olmak
bütün bunları sağlayamaz insana."

(Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Fotoğrafımın Arkasındaki Satırlar)